Her şeyin engellendiği, engellenmeye çalışıldığı, hayatımızın her bir anında, her bir saniyesinde engellerle karşılaştığımız bir garip ülke Türkiye.
Bilgisayarın başına oturursunuz internetiniz engellenmiştir, internete girersiniz sevdiğiniz, uzun uzun vakitler geçirdiğiniz siteler engellenmiştir, sokağa çıkarsınız yollar engellerle doludur, bir şey alayım dersiniz dünyanın en komik ötv vergisi yüküyle karşı karşıya kalırsınız, illaki hayatınız boyunca defalarca işiniz devlet dairelerine düşer ve anlatılması güç bürokratik engellerle karşılaşırsınız, belki de hastane kapılarında ölürsünüz hesabını kim verir?
Hesabını sormaya kalkarsanız karşınıza daha çeşitli engeller çıkar. Üniversite okumak istersiniz Sınav engeliyle karşılaşırsınız, üniversiteye girersiniz ama engeller bitmez. Okul biter işsizlik engelli başlar.
İş hayatına girersiniz bitmez, engellenirsin yine; duygusal saldırı, ayrımcılık, örgütsel yıldırma. kelimeler yetmez bu engeller ülkesini anlatmaya, örnekleri çoğaltmaya. bir de ne kötüdür ki bu ülkede yaşayan binlerce belki de milyonlarca engelli insan var. görme engelli, işitme engelli, yürüme engelli. Peki onlar ne yapsın? nasıl yaşasın?
2000 yılı verilerine göre ülke nüfusunun %12 sini oluşturan bireylerden biri olmak demektir “engelli” olmak
Şimdi basit bir cebir hesabı sonuncunda diyebilirsiniz ki, bu rakam doğru olsa sokakta gördüğüm her on kişiden birinin engelli olması gerekir. Ama göremezsiniz değil mi? çünkü ülkemizde yaşam alanlarımız ulaşılabilirlik kavramı göz önüne almadan planlanmaktadır.
“Engelli olduğumuzu düşünüp bize yeni yaşam alanları yaratma çabası içinde olanlar ve bize acımayla bakanlar gerçek engellilerdir. bizim tek isteğimiz sizin yaşam alanlarınızın bir gün başınıza kötü bir şey gelirse cehenneminiz olmamasıdır”
Gelişmiş ülkelerde engelinizi unutturmak için yapılan tüm düzenlemelerin Türkiye’de hatırlatmak için kullanıldığını görmektir. Engellilere ayrılmış park yerlerini “düşünce özürlüler” ( fiziksel olarak sağlam durumda olan düşünme yeteneğinden yoksun, insana cehennem azabı yaşatan sınıf.) işgal eder, kaldırımlar normal bir insan için bile fazlasıyla yüksek yapılır, yaya geçitlerinde bile yol verilmez (ki bu normal insanların da hayatını zorlaştırır) ve en kötüsü engellilerin yaptıkları/yapabilecekleri göz ardı edilir.
Türkiye’de engelli olmak zordur. Hayatını saklanarak geçirirsin. oradan buradan insanların bakışlarından kaçarsın. Aslında o kadar fazla bir nüfusa sahipsiniz ki bu ülkede hepiniz birden çıksanız konuşsanız bütün Türkiye şok olur bu kadar fazla engelli vatandaşın nerede nasıl yaşadığına.
Türkiye’de engelli olmak zor evet ama zaten zor olan hayatın, yaşanması imkansız hale getirme. Yok sayılmaya izin verme.
Her ne olursa olsun hayat insana istediğini vermek konusunda cömerttir. hesap edilemeyen diğer denklemleri belki bize göstermediği ya da yaşatmadığı için belki suçlu gözükmektedir
Lakin işte insanın görevi bu aşamada devreye girer. Sen ne kadar hayatın verdiklerine tutunacak ve vermediklerini kabul edip çözüm nasıl bulacaksın?
Bu çabadır insanın hayata tutunması. Duygusallıktan sıyrılıp aslında basit bir matematik olduğunu kabul etmektir. Elimde ne var? Elimdekiler ile en iyi ne yapabilirim. İnsan için tuzak olan duygusallık ise “ama onun elinde x var.”
Durumunu kabul et ve en iyisini yap, hayata tutunursun. Ama tutunduğun etkenleri iyi tahlil et. Sonucu senin adına kötü gerçekleşen her olayda bu çabanı bırakırsan hayat sana kolundan tutunur ve kuvvetlice toprağın altına çeker.
Her şeye rağmen ayakta durmasını bilen, hayata sımsıkıya sarılan insanlar birçoğunuz. belkide imkânlar verilse bu ülkenin geleceği için bile güzel şeyler yapabileceklerini en iyi şekilde gösterebilirsiniz… Birçoğu sadece sözde engelli, onlar engelleri aslında çoktan aşmış olanlar. Bana kalırsa sokakta eli ayağı sapa sağlam olan bir çok insandan daha çok fayda getirebilir onlar. Çünkü çoğu bir şeyleri başarmak için açlar, bir şeyler için çabalamak isteyen, ellerinden gelenin en iyisini yapmak isteyen o kadar çok var ki onlardan, bence onlara kulak vermek gerekiyor bu ülkede beklide sende onlardan birisin kim bilir…
Yazar: Ayşenur Özaydın