Söz vardır savaşları sona erdiren… Söz vardır insan yaşamını bitiren… Söz vardır ruhumuzu zehirleyen… Söz vardır sıcak bir göğüs gibi insanı hoşnut eden… Bir söz insana cennetin kapılarını da açar cehenneminde… Tatlı bir sözle kaynaşır yüreklerimiz… Kötü sözle soğuk mahzenlerde titrer cesetlerimiz.!
Gündelik yaşamın içinde kullandığımız sözcükler, kavramlar kimi kez, insana… yaşama sevinci verir. Kimi kez, hüzün… Kimi kez, mutluluk ya da acı… Onaylanmak insanın hoşuna gider. Aşağılanmak yüreğimizde tamir edilemeyecek izler bırakır. Söz, öyle bir güçtür ki, gündüzü geceye çevirir, geceyi gündüze… Hani, söz uçar yazı kalır demişler ya.! Bugün, varız. Yarın, yoğuz. Belleğimi boşaltmak istiyorum yarınlara… Belki de kendimi tanıklığa çağırıyorum yaşadıklarımla ilgili olarak.!
Çocukluğumda en çok duyduğum, “ayağına ne oldu” sözüydü. İnsanlar, bir bacağımın neden aksadığını merak ediyorlardı. Neden bir yana eğilerek yürüdüğümü bilmek istiyorlardı. Merak doğal bir duygu… Aristoteles, Metafizik adlı kitabında “bütün insanlar doğal olarak bilmek isterler“ der. Keşke bu merak duygusunu, bilme isteğini bilim, sanat, felsefi alanlarda kullanabilseydik… İnsanlığın önündeki çakıl taşlarını temizleyebilseydik… Doğduğumuz andan itibaren kendimizi kimi roller içinde buluruz. Dünyayı o toplumun yaşam biçimine ve kültürüne göre algılarız. Ben de daha kendi benliğimin anlamını bilmeden bu toplumun kalıpları, normları, inançları içinde buldum kendimi.!
ADIM TOPAL BENİM
Ne bir adım vardı ne soyadım ne de kimliğim… Bir yana eğilerek yürüdüğüm için… Adım topaldı benim. Kader kurbanıydım. Gelip giden herkes okşuyorlardı saçlarımı “kadersiz kuzum” diyerek… Yüreğim debeleniyordu bu bataklıkta… Her şeye isyan ediyordum kendi kendime… Nasıl temizleyeceğimi bilmediğim önyargılara… kalıplara… sunulara… “Vah.! Yazık.!“ diyerek acıyarak bakan karaltılı yüzlere… “Pek de güzelmiş” diyen yüreğinde yılların paradigmalarını bir yük gibi taşıyanlara.!