8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ
8 mart dünya kadınlar günü kutlu olsun |
Dünya Emekçi Kadınlar Günü her yıl 8 Mart’ta kutlanan ve Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış uluslararası bir gündür.
Kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesi, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının gündeme gelmesine ayrılmaktadır.
Türkiye’de 8 Mart ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlandı.
8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırmasıyla işçiler fabrikaya kilitlendi. Ardından çıkan yangında 120 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000’i aşkın kişi katıldı.
1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın, ve yığınsal olarak kutlandı, kapalı mekanlardan sokaklara taşındı.
12 Eylül Darbesinden sonra cunta yönetimi tarafından dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmasına izin verilmedi. 1984’ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” kutlanmaya devam edilmektedir.
Değerli Hocalarımızdan Yorumlar:
**Prof. Dr. Seyhan Fırat
Gazi Üniversitesi, Teknoloji Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölüm Başkanı
“Kadınlarımız yani Analarımız. Hayat ağacımız, soyumuz. Dünümüz, bugünümüz, yarınımız. Hayat arkadaşımız, yol arkadaşımız, can yoldaşımız. Evimizin derleyicisi, toparlayıcısı. Çocuklarımızın anası. Sevgimiz, saygımız, umudumuz. Yani hayatımızın ta kendisi. Peki gereken önemi veriyor muyuz? Maalesef. Galiba erkek egemen toplumlarda hep ikinci sınıf vatandaş. Hani her şeyimizdi onlar? Cennet dahi analarımızın ayakları altında değil mi?
Haydi. Hep beraber yeni bir sayfa açalım. Sevgiyle, saygıyla, doğrulukla, dürüstçe…”
**Yrd.Doç.Dr. Murat BOLELLİ
Okan Üniversitesi
“Deneyince fark ettim ki, içinde yaşamı büyüten, nesillerin devamını sağlayan, hayat ağacını besleyen, ismi bereket ile özdeşleşen kadınlarla ilgili yazmak bir erkek için çok zormuş.
Birbiri ile tamamlanan kusursuz bütünün bir parçasının, diğerinin ne ifade ettiğine ilişkin duygu ve düşüncelerinin zayıf kelimelerle ifade edilmeye çalışılması ise daha da büyük bir sınavmış meğer.
Hakkını verebilmek için, yüzlerce yıl boyunca uğurlarına devletler kurulan, devletler yıkılan, en önemli sanat eserlerinin ilhamı olan, sosyal yapı içerisindeki yerleri gittikçe değişen, fizyolojik ve duygusal yapıları, düşünce tarzları ve farklı alanlara yaklaşımları her geçen gün daha fazla araştırmaya konu olan “Kadın” kavramına hangi açıdan yaklaşmak doğru olur? Belki de kadınların şu veya bu özellikleri ile ilgili olarak bilimsel aklın getirdiği açıklamaları bir tarafa bırakıp, yetersiz kaldığı noktadan yaklaşmak ve “Kadınsız bir erkek ne olurdu?” diye sormak yerinde olabilir.
Şems-i Tebrizi demiş ki “Kadın bilmeyene nefs, bilene nefestir”. Yaşamamız için gerekli olan, içimize çektiğimiz, onsuz boğulduğumuz varlığı, “Kadın”ı tanımlamak için ne kadar güzel bir metafor. Nasıl ki nefes bizi dolduran, organlarımızın çalışması için gerekli unsurları taşıyan, heyecanlandığımızda hızlanan, uyurken yavaşlayan yani değişen ve adapte olan bir kavramı ifade ediyorsa “Kadın” da her an bizimle akan, sadece bedenimizi değil aynı zamanda ruhumuzu zenginleştiren ve yaşamımızı sürdürmemiz için şart olan bir kavramı ifade etmektedir. Eğer aileler, toplumlar, ülkeler ve uluslar kök salıp büyüyebiliyorsa ve sürdürebilirliklerini sağlıyorlarsa bunda kadınların büyük payı olduğu yadsınamaz.
Bazen erkeklerle kadınların beyinleri ve vücut kimyalarının farklı işlemesi sebebiyle anlaşmaları, olaylara birbirlerinin perspektiflerinden bakmaları zor olabilse bile sanırım ki yüzüne üfleyerek dua okuyan anneannesinin verdiği huzuru hüzünlenerek hatırlamayan, canı yanan yerini öpen, başını okşayan annesinin sağladığı rahatlamayı özlemle anmayan, en önemlisi de annesinin yemeklerinden övgüyle bahsetmeyen bir tek erkek bile yoktur. Kadınlar son derece gösterişsiz bir biçimde hayatımızda o kadar derin biçimde yer etmektedirler ki maalesef onların gerçek yerlerini ve değerlerini ancak onları kaybettiğimizde anlayabilmekteyiz.
Gelin değerlerimizin, normlarımızın, karakterimizin, kim olduğumuzun en derinlerinde yer alan kadınlarımızı onları kaybetmeden önce, yılın belirli bir günü değil, tamamında ve sağlıklarında el üstünde tutalım. Erkek dostlarıma şunu tüm samimiyetimle hatırlatmak isterim: Kadınlar bizden pahalı hediyeler vb. beklememektedir. Onları üzmeyelim, kırmayalım, incitmeyelim ve en önemlisi içtenlikle sevelim yeter. Bizden başka bir şey istememektedirler.”
**Hüseyin KUZU
Senarist
“KADINLAR, ÇOCUKLAR VE YÜZSÜZLER…
Tek tek olgular nadiren toplumsal bütünü yankılandırır. Bu tür olguları, bırakın üstünlerine kitap yazmak enstitü kursanız ayıklayamazsınız. Bilimden çok ancak sanat anlatabilir onları…
2001 yılındaki ekonomik krizinden sonra, bir kadın, evde hiçbir şey olmadığı için, aç ve ağlayan bebeğini kucağına alıp çevre yoluna çıkmıştı. Kadın yolu karşıdan karşıya geçmek isterken, bir araba çarpmış ve kadının kucağındaki bebek düşüp ölmüştü. Trafik durmuş, insanlar çocuğun başındaki kadının başına toplanmıştı. Kadına yardım etmek istiyorlardı. O sırada kadının ağzından, bir annenin bir bebeğin ardından asla söylemeyeceği şu sözler döküldü.
– (Mealen) Sakın dokunmayın ona… İyi ki öldü… Yoksa fahişe olacaktı !..
O kadının bu sözlerinde gelecek ve umutsuzluğa dair çok şey vardı…
Aradan yıllar geçti…
Geçen gün de (10 Ocak 2017) Bursa’da bir kadın, kocasına “hakkını helal et” diye bir mesaj atıp evinde kendini astı. Telaşla eve gelen kocası, evde havagazını açık ve iki çocuğunu da ölü buldu.
Kadının kendisine ve çocuklarına seçtiği bu dramatik finalde de gelecek ve umutsuzluğa dair çok şey var. Fakat bu haberi veren yüzsüz bir televizyonunun yüzsüz bir spikeri, bu haberi verdikten sonra, kendince yaptığı yorumda ahlaki erozyona dair de çok şey var.
Kendini asarken, iki çocuğu da ölüme götürdün… “Hakkını helal et” demenin ne anlamı var ki?!..”
**Figen Kahya
CHP Eskişehir İl Kadın Kolları Başkanı
” “Kadın” üzerine gerçekleşecek bir konuşmada çerçeveyi belirmek adına şu tespitle başlamak istiyorum “Bir yaşamı ve bu dünyayı paylaşan insanlar olarak yaşama adım attığımız ilk günden itibaren bir birey olarak yetiştirilemeyerek toplumsal rollerin etiketidir aslında yaşadığımız sorun.” Özellikle ataerkil toplumlumun hâkim yapısı içerinde belli roller ve davranış kalıpları öğrenerek ötekileştirmenin söylemi ile yaşamına devam eder.
Kadına şiddet, kadın cinayetleri bu temel sorundan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla, kadınların öldüğü her eylem kadın cinayeti olarak tanımlanır aslında görmemiz gereken şey bir insanın yaşam hakkının elinden alınmasıdır.
Bu temel toplumsal gelişme problemi içerisinde günlük yaşam, eğitim, siyaset, çalışma yaşamı gibi birçok noktada sistem söylemini kadının ezilmesi üzerine geliştirmektedir. Bu bir emek sömürüsünü de beraberinde getirmektedir.
Birleşmiş Milletler tarafından yapılan bir araştırmaya göre dünyadaki işlerin % 66’sı kadınlar tarafından görülüyor. Buna karşın kadınlar dünyadaki toplam gelirin ancak % 10’una sahipler.
Dünyadaki mal varlıklarının ise % 1 ’ine. İşte 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne de bu çerçeveden bakmak gerekmektedir.
8 Mart tarihi daha iyi çalışma ve yaşam koşulları için greve çıkan dokuma işçisi kadınlardan 129’unun fabrikada çıkan bir yangın sonucu yaşamlarını yitirmesiyle ortaya çıkmıştır. 8 Mart 1857 tarihinde New York’ta, 40 bin tekstil işçisi kadının greve çıkması, kadın emekçileri tarihi açısından çok önemli bir gün olmuştur.
1910’da Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da dünyanın farklı ülkelerinden gelen kadınlar 2. Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda bir araya geldi. Toplantıya katılan Alman delege Clara Zetkin, başta kadınların oy hakkı olmak üzere, kadın hakları için özel bir günün belirlenmesini ve dünyanın bütün ülkelerinde kutlanması önerisinde bulundu. Zetkin’in bu önerisi kabul edildi ve 8 Mart, “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” oldu.
Türkiye’de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın, ve yığınsal olarak kutlandı, kapalı mekanlardan sokaklara taşındı. “Birleşmiş Milletler Kadınlar On Yılı” programından Türkiye’nin de etkilenmesiyle, 1975 yılında “Türkiye 1975 Kadın Yılı” kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi’nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984’ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından “Dünya Kadınlar Günü” kutlanmaya devam ediliyor.
Fakat bugün bizler kuru basın açıklamaları ve kadınlara yaptığımız şenlikler, kutlama programları ile konun başında bahsettiğim temel noktasından uzaklaşıyoruz.
“Toplumda Kadının Yeri” 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde hatırladığımız her cinayetin, şiddetin ve sorunun 9 Mart itibari ile takipçisi ve çözümleyicisi olamadığımız sürece kadın toplum içerisinde bir birey olarak yaşamı paylaşacağı ve bu soruna çözüm üreteceği erkeklerle aynı statüye kavuşamayacaktır.
Toplumsal yaşamda eşit haklarla var olmak sadece bir kadın sorunu değildir. Erkeklerle birlikte çözülecek bir insanlık sorunudur.
Bazı araştırmalara göz attığımızda eğitim, ekonomi, siyaset ve sosyal yaşam içinde bu sorunun erkeklerin de bilinçlendirilmesi ile aşılacağı ve bunun sağlam hukuki ve anayasal sisteme oturtulması gerektiği açıktır.
Kadınlar cinsiyetleri yüzünden eğitim alanında geri plana itilmektedir.
Ataerkil yapılarda erkek çocuklarının eğitim alıp, iş sahibi olmaları yargısı kabul görürken kızların evde kalıp ev işleriyle ilgilenmesi doğal bir durum olarak süregelmiştir. Türkiye’de İlköğretim sonrası okula devam etme oranı erkeklerde %75, kadınlarda %63’tür. (Human Development Report 2006)
Ailede başlayan ayrımcılık, eğitim alanı sonrasında ekonomik yaşam ve iş yaşamında da devam eder.
İş bölümü ve maaş kavramlarında kadın ve erkek yaptıkları işle değil, cinsiyet üzerinden değerlendirilir. İşten çıkartılmalarda “evi geçindiren erkektir” hâkim anlayışı sebebi ile kadın öncelikle işten çıkartılır.
Kadın ve erkeğin çalıştığı birçok yaşam ortamında da kadınlar için mesai bitmez temizlik, yemek pişirme, çocuk gibi birçok noktada yalnız bırakılır.
Türkiye, kadınların %25,4’lük işgücüne katılım oranıyla OECD ülkeleri arasında en düşük orana sahiptir. Birçok kadın kayıt dışı sektörde çalışmakta ve bu nedenle sosyal güvenlik kapsamında yer alamamaktadır (Türkiye 2005 İlerleme Raporu).
Politik yaşamda ise tablo farklı değildir. Anaerkil yaşamda ve Türk yönetim geleneğinde yönetimin her zaman bir parçası olan kadın, Cumhuriyetin ilanı ile dünyanın birçok gelişmiş ülkesinden önde demokrasi kavramı ile tanışma ayrıcalığını hissetmiştir.
Mazlum milletlere bir ışık olan Atatürk’ün gerçekleştirdiği devrimlerin kadınlar için o dönem etkisini Falih Rıfkı Atay şu sözleri ile açıklamıştır “Pakistan’da, Endonezya’da, daha bir çok Müslüman yurtlarında hangi kadın insanlık haklarına kavuşmuş ise bunu Türk devrimcilerine ve onların başı Mustafa Kemal’e borçlu olduğunu biliyor”
Böyle bir gelenekten gelen Türk siyaseti 1950’ler ile başlayan karşı devrim hamleleri ile kadını yeniden bu alanın dışına itmiştir.
Siyasi alanda erkeğin daha çok temsiliyet hakkını elinde bulundurması toplumun aynasıdır. Bu bakış açısında kadına siyasi arenada tanınan alanda hareket etmesi salık verilmektedir.
İşte 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne doğru bu gerçekler yolumuzu aydınlatmalıdır.
Farkında olarak sadece bugüne özel değil 7 Mart’ta sorunların farkında, 8 Mart’ta daha fazla kitleye ulaşarak, 9 Mart’ta daha güçlü olarak sorunları çözebiliriz.
Unutmadan, bir güne sıkıştırmadan, gerçeklerin bilincinde bireyler olduğumuzda kadın, erkek birlikte omuz omuza geleceği yaratabiliriz.
Teşekkür ediyorum.”
**Güldane KAYA
Leman Gebizli Tüm Engelliller, Yaşlılar, Kimsesizlere Umut Işığı Dernek Başkanı
“Kadın olmak, evet bu dünyada kadın olmak hayata karşı mücadelede 2-0 yenik başlamak demektir. Bunu biz istersek eğer değiştirebiliriz. Belki dünya bu kadar büyük bir kaosun içinde iken, ölümler yaşanırken, insanlar tercihleri yüzünden katledilirken, fikirlerini savunan insanlar toplumun normlarına uymadıkları için dışlanırken, küçücük çocuklar evlendirilip gelin verilirken, milyonlarca insan tecavüze uğrarken, aç ve susuz yaşarken, insanlar savaşta veya soğuktan donarak ölürken bu yazım biraz basit kalacak ama yine de yazmak istedim…
Atatürk tarafından 5 Aralık 1934 tarihinde ülkemizde Kadınlara Seçme ve seçilme Hakkının verilmesinin ardından her yıl 5 Aralık günü Kadın Hakları Haftası olarak anılmaya başlanmıştır. Kadınlar, sağlıklı nesiller için çok değerli varlıklardır. Kadınlar bazen eş, bazen sevgili, bazen annedir.
Ama ne olursa olsun herkesin hayatında mutlaka bir kadın vardır. “Kadının sosyal ve kamusal hayatta temsil oranları arttırılmalı, siyasal hayat içerisinde kadına sunulan koşullar iyileştirilmelidir. Kadın olmadan demokrasi olmaz. Adaletli bir dünyanın oluşması için kadın gücüne ve enerjisine mutlaka ihtiyaç vardır. Gerçek demokrasiye ancak eşit hak ve özgürlükler ile ulaşılabilir.
Kadın olmak öteki olmaya zorlanmaktır. Kısacası zordur kadın olmak. ”Nefes alıyorsak umut var demektir,” derler ya, kadınsan ve tüm kötülüklere rağmen hala nefes alabiliyorsan umut değil de şansın var demektir.
Ama bir kadın olarak benimde tüm kadınlara bir sözüm var. Tüm annelere sevdiklerime dostlarıma ve sokaktan gecen bu yürekli kadınlara diyorum ki SİZLERLE GURUR DUYUYORUM. “
**Taner ERASLAN
İç Denetçi
“Ne yazık ki toplumsal hayatımızın en büyük sorunlarından ikisi, cinsiyet ayrımcılığı ve cinsiyete dayalı şiddettir. Eğitim eksikliği, az gelişmişlik veya geleneklerden kaynaklı birçok nedene dayalı bu sorunlar, huzurlu, gelişmiş ve medeni toplum olmamızın en büyük engelleridir.
Gün geçmiyor ki kadına yönelik vahşet haberleri duymuyoruz, bu yöndeki çarpıcı, insan aklının almayacağı şiddet olayları gündemden düşmüyor. Bu sorunlar bir “kadın hakları” sorunu olarak görmek ciddi bir yanılgı olur. Bunlar, vicdanı, aklı ve yüreği olan herkesi ilgilendiren sorunlardır. Bu sorunları çözemediğimiz sürece, hiç kimsenin de mutlu olmaya, huzurlu yaşamaya hakkı olmayacaktır.
Tablo oldukça karanlık ve ürkütücü aslında! Hafife almak, sıradanlaştırmak veya münferit olaylar olarak değerlendirmek sorunu körüklemekten başka bir işe yaramayacaktır.
Gerçekliğimizle baş başa kalmalı ve her şeyi sorgulamalıyız. Çünkü kadına şiddet, çocuğa şiddet ile ilişkilidir. Çocuğa şiddet hayvana, engelliye, yaşlıya şiddettir.
Ayrımcılık da böyledir aslında!
Sorundan değil çözümden bahsetmenin zamanı geldi ve bu çözüm tartışması topyekün, her bir kurumu içine alan, bilimsel ve planlı bir süreçte anlamlı olabilir.
Eğitim sistemini, gelenekselleşen yanlışları, ceza kanunlarını ve daha birçok şeyi masaya yatırmalıyız. Ayrımcılığı ve şiddeti önleyecek her türlü kural veya karar kağıt üzerinde, sempozyum bildirilerinde, konferans tebliğlerinde kalmamalı.
Yetkili ve etkili konumlardaki görevliler, politika yapıcıları ve karar mekanizmalarına etkisi olan tüm oluşumlar, geciktirmeden, ötelemeden ve başkasına sorumluluğu atmadan çözümün tarafı olmalı.
İnsanlık suçu olarak değerlendirilmeli, bu kadar ağır olmalı ve bu ağır yük hepimizin sırtında hissedilmeli…”
**Dr. Umut KÖKSAL
UK Eğitim ve Danışmanlık Kurucusu
“8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne Kısa Bir Not:
Uzun yıllardır iş yaşamının içerisindeyim. Önce yöneticilik sonrasında da danışman ve hoca olarak,iş yaşamımın her aşamasında kadın yönetici ve çalışanlar ile teşrif-i mesaide bulunma şansım oldu. Başta uzun yıllar profesyonel iş yaşamında hukukçu ve aynı zamanda yönetici olarak görev yapmış olan çok kıymetli Annem Av.Emel Köksal olmak üzere, iş yaşamımın şekillenmesinde de, başarılı olmamda da çeşitli vesileler ile irtibatta olduğum kadın yönetici ve çalışanların etkisi mutlaka olmuştur.
Kadınların iş yaşamında etkilerinin ve katkılarının artmasının, iş ortamında verimlilik,etkinlik ile düzen-tertip konusunda da erkek çalışanlar üzerinde olumlu etkileri olduğunu düşünüyorum. Birçok firmanın işletme bünyesinde kadın istihdamını artırıcı, potansiyeli yüksek, yetenekli kadın çalışan ve yöneticilerin gelişimine yönelik projeler, çalışmalar geliştiriyor,üretiyor olması da henüz bir başlangıç, ama güzel bir başlangıç. Bir panelde detaylı olarak dinleme fırsatı bulduğum Daikin’in Sakura Projesi gibi aklıma gelmeyen birçok kıymetli proje ile kadınların iş yaşamına aktif katılımlarını, gerek profesyonel çalışan gerekse girişimci olarak yer almalarını sağlayan projelerde emeği geçen herkesi kutluyorum.
Kadınların olduğu her yerde güzellik var, iş yaşamı da aynı şekilde….
8 Mart Dünya Kadınlar Günü Tüm Kadınlarımıza Kutlu Olsun.
Saygılarımla”
**Şükran Orhan
CHP Adalar Kadın Kolu Başkanı
“8 Mart; dünya kadınlarının yüzyıllardır süren dayanışma,direnme ve mücadelesinin meşalesinin yakıldığı gündür. Bu mücadele,aklımız,emeğimiz ve bedenimiz üzerindeki baskıya,sömürüye ve şiddete son vermek için sürdürdüğümüz eşitlik ve özgürlük mücadelesidir.Çağdaşlık ve Demokrasi bizim vazgeçilmezimizdir. Amacımız, kadınların insan hakları temelinde siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesi, toplumun bu gelişimi benimsemesi ve içselleştirmesidir. Sonucunda da kadının ekonomik, sosyal ve siyasi başarıları ile taçlandırılması gelecektir. Ancak bu şartla, gericiliği ve karanlık geleceği önleyebiliriz. Kadınlar artık, gördüğü şiddetle, uğradığı haksızlıklarla değil, toplum içindeki başarısıyla, özgüvenli duruşuyla ve başarılı ve sağlıklı nesillerin yetişmesindeki rolüyle anılmalıdır. Bizler; omuzlarımızdaki yükün farkındayız, sorunlu tüm kadınların sorunlarını omuzlarımızda hissetmekteyiz. Eşit, özgür, mutlu ve barış içinde kardeşçe ve insanca yaşamak tüm kadınların hakkıdır ve sonuna kadar hakettiklerimiz için mücadele edeceğiz. Kadınların ihmal edildiği toplumların varlığını sağlıklı bir şekilde sürdürmesi mümkün değildir. Bu duygu ve düşüncelerle ve omuzumuzdaki yük, yüreğimizdeki sevgi ile kadınlarımızın direnç ve emek kokan “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”nü kutlarım. ”
**Türkay ASMA
Avukat
“8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜNDE TÜRK KADININ HAKLARI
Türk kadının birey olarak kabul edilip hak sujesi olduğu büyük Atatürk’ün Cumhuriyeti kurması ve arkasından yürürlüğe koyduğu bir dizi devrim yasaları ile mümkün olabilmiştir.
Bunların en önemlisi 1926 tarihli TMK dur. Yurttaşlık Yasası da dediğimiz bu yasa ile Türk Kadını erkeğinin yanında birey olarak ve onun en yakın yardımcısı sıfatını almıştır. Bu yasa çok önemlidir.
Şöyle ki o tarihte;
Din ağırlıklı, şeriat yasalarıyla yönetilen hilafetin ve saltanatın olduğu bir Türkiye’den halkın özgür iradesiyle yönetilen laik Türkiye’ye geçirmekte idi. Bu geçişin en güzel anlatımı 1926 Medeni Kanunun gerekçesinde yer almıştır.
Bugün içinde geçerliliğini sürdüren bu gerekçenin 2002 yılında yürürlüğe giren yeni Medeni Kanunun gerekçesine aynen aktarılması istemi 2001 tarihinde TBMM de bulunan AKP MHP gibi partilerin Milletvekillerince kabul edilmemiştir.
Bu gerekçenin can alıcı bir bölümünü aynen aktarıyorum.
Günümüzde Türkiye Cumhuriyeti’nin tedvin edilmiş bir Medeni Kanunu yoktur. Yalnız, sözleşmelerin küçük bir kısmına değinebilen Mecelle vardır. 1851 maddedir. 20 Nisan 1869 tarihinde yazılmaya başlanmış ve 16 Ağustos 1876 tarihinde tamamlanarak yürürlüğe konulmuştur. Denilebilir ki: Bu Kanunun günümüzün ihtiyaçlarına uyan ancak 300 maddesidir. Geriye kalanı ülkemizin ihtiyaçlarını ifade edemeyecek kadar ilkel birtakım kurallardan oluştuğundan uygulanamamaktadır. Mecelle’nin kuralı ve ana çizgileri DİNDİR. Halbuki insanlık yaşamı, her gün hatta her an esaslı değişikliklerle karşı karşıyadır. Değişiklikleri, yürüyüşünü hiçbir zaman bir nota çevresinde saptamak ve doldurmak mümkün değildir. Kanunları dine dayalı olan devletler kısa bir zaman sonra ülkenin ve ulusun ihtiyaç ve isteklerini karşılayamazlar.
Çünkü dinler değişmez hükümler belirtiler. Yaşam yürür, ihtiyaçlar hızla değişir, din kanunları, kesinlikle ilerleyen yaşamın önünde biçimden ve ölü sözcüklerden fazla bir değer, bir anlam ifade edemezler. Değişmemek dinler için bir zorunluluktur. Bu bakımdan dinlerin sadece bir vicdan işi olarak kalması günümüz uygarlığının esaslarından ve eski uygarlıkla yeni uygarlığın en önemli ayırt edici özelliklerinden birisidir. Esaslarını dinlerden alan kanunlar uygulanmakta oldukları toplumları indikleri ilkel dönemlere bağlarlar ve ilerlemeye engel belli başlı etken ve nedenler arasında bulunurlar. Türk ulusunun kaderini yüzyılımız içinde bile ortaçağ hükümleri ve kanunlarına bağlamakta, dinin değişmez hükümlerinden esinlenilen ve tanrısallıkla sürekli ilişki içinde bulunan kanunlarımızın en güçlü etken olduklarından şüphe edilmemelidir.
Ulusal toplum yaşamının düzenleyicisi olan ve yalnız ondan esinlenilmesi gereken tedvin edilmiş bir Medeni Kanundan Türkiye Cumhuriyeti’nin yoksun kalması ne yüzyılımızın uygarlığının gerekleriyle ne de Türk devriminin hedeflediği anlam ve kavramla bağdaştırılabilir. Yüzyılımızın devletini ilkel siyasal kuruluşlardan ayıran niteliklerin birisi de toplumun kaderine uygulanan kanunların akılcı bir zihniyetle hazırlanıp tedvin edilerek konulmasıdır.
Aktardığım bu bölüm Büyük Atatürk’ün din işleriyle Devlet işlerini ayırarak ülkeyi çağdaş bir uygarlık seviyesine getirmek için bir yüzyıl önce bile bugünü görebildiğini göstermiştir.
Çağımızda kadının bir birey olduğu ve erkeğiyle aynı haklara sahip olduğu gerçeğinin altını çizmiştir.
Ancak uluslararası anlaşmalar ve Anayasalar kadının yüzyıllardan gelen geri bırakılmışlığını telafi edebilmek amacıyla kadına karşı pozitif ayrımcılık ilkesine yer vermişlerdir.
T.C Hükümeti de ÇEDAW anlaşmasına ve buna ekli protokollere imza koyarak kadına karşı pozitif ayrımcılık ilkelerini kabul etmiştir.
12.Eylül.2010 tarihli Anayasa değişikliği ile de kadına ve çocuğa karşı pozitif ayrımcılık ilkesi Anayasaya geçmiştir.
1926 tarihli TMK nu kadınla erkeği tam anlamıyla eşit konuma getirmediği, ailenin reisinin koca olduğunu ve şeriat yasalarından yurttaşlık yasalarına geçerken erkeğe öncelik veren maddeler içermiştir.
Ancak kadın derneklerinin çabalarıyla 2002 tarihinde yürürlüğe giren TMK da kadın – erkek eşitliği tüm anlamıyla yasaya girmiştir.
Şöyle ki;
* Evlenme yaşı,
* Evlenme için başvuru,
* Yeri ve şekli,
* Birliğin temsili korunması,
* Meslek seçimi,
* Boşanma ve sebepleri,
* Nafaka tazminat hakkı,
* Velayet hakkı,
* Aile konutunu seçmesi hakkı,
* Miras hakkında eşitlik vardır.
Ancak uygulamada daha çok kadın lehine uygulanan bazı yeni haklarda vardır.
Bunlar;
* Kızlık soyadının kullanımı, kadın isterse evlilik töreni öncesi evlendirme görevlisine vereceği bir dilekçe ile kendi adının önünde kocasının soyadı ile birlikte kızlık soyadını da kullanabilir.
* Eşlerden biri diğer eşin açık rızası olmadıkça kira sözleşmesini fesheder, aile konutunu devredemez, aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz, aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini isteyebilir, aile konutu eşlerden biri tarafından kira ile sağlanmış ise sözleşmenin tarafı olmayan eş kiralayana yapacağı bildirimle sözleşmenin tarafı olur.
Bu maddelerden de kadınlarımız daha çok yararlanmaktadır.
Zira Türkiye’de ekonomik gücü elinde tutan ve hala ailenin reisi konumunu sürdüren erkektir. Bu nedenle aile konutu genellikle birlikte seçilmekte ancak kira sözleşmesi erkeğin adına düzenlenmektedir.
Araya geçimsizlik girince erkek adına düzenlenen kira sözleşmesini feshederek kadını çoğunlukla da çocuğuyla birlikte oturduğu evin tahliye edilmesi riski ile karşı karşıya bırakmaktadır.
Yeni MK bunu önlemiştir. Kira sözleşmesi ancak eşlerin birlikte aldıkları kararla feshedilir, yada devredilir. Aksine bir işlem yasaklanmıştır.
Yine eşlerin evlilik sürecinde birikimleriyle alınan evler erkekler üzerine tapuda kayıt edilir. Tapuda bu evin maliki olmayan tarafa ve çoğunlukla kadın tapu dairesine başvurarak bu evin aile konutu olduğunu bildirerek tapuya bu durumu işletebilir.
Bu durumda evin satılması rehni ve haczi önlenmiş olunur.
Yine yeni Medeni Kanunun taraflara tanıdığı ancak daha çok kadınlar tarafından ihtiyaç duyularak kullanılan bir başka hakkı, eşler birlikte yaşarken eşlerden birinin istemi üzerine AİLENİN GEÇİMİ için eşlerin her birinin aileye yapmayı gerekli PARASAL KATKIYI Hakimin belirleyeceği ilkesidir.
Bu belirlemeyi yaparken EV İŞLERİNNİ GÖRÜLMESİ, ÇOCUKLARIN BAKILMASI, DİĞER EŞİN İŞİNDE KARŞILIKSIZ ÇALIŞILMASI gibi unsurların mahkemece dikkate alınması öngörülmüştür.
Yine eşlerden birinin ısrarla AİLE BİRLİĞİNİN GİDERLERİNE KATILMAMASI HALİNDE MAHKEME O EŞİN BORÇLARINA ÖDEMEYİ DİĞER EŞE YAPMA İZNİ VEREBİLMEKTEDİR.
Yine Hakim ailenin ekonomik varlığının korunması veya evlilik birliğinden doğan MALI yükümlülüğün yerine getirilmesi gerektirdiği ölçüde eşlerden birinin istemi üzerine diğer eşin onayının alınması kararını verebiliyor.
Yeni TMK da kadının lehine olduğunu düşündüğümüz en büyük değişiklik MAL REJİMLERİYLE İLGİLİ OLANDIR.
Şöyle ki;
Eski TMK da MAL AYRILIĞI SİSTEMİ VARDIR. Türk toplumunun geçmişten gelen feodal ve erkeği reis gören alışkanlığı nedeniyle alınan malların üzerine kaydedilmektedir. Dolayısıyla özellikle boşanma durumunda kadının hiçbir hakkı olmamakta idi.
2002 tarihli yeni Medeni Kanunumuzla bu durumdaki kadınlarımızı rahatlatan bir düzenleme getirilmiştir.
Şöyle ki;
Eğer evlilik 2002 yılından sonra yapılmış ise tarafların evlilik birliği içinde edindikleri tüm mallar boşanma veya ölüm halinde yarı yarıya paylaşılacaktır.
Taraflar 2002 yılından önce evlenmiş iseler 2002 yılından önce edinilen mallar tapuda kimin adına kayıtlı ise onun olacaktır. Ancak 2002 yılından sonra alınan taşınmaz mallar da taraflar arasında yarı yarıya bölüşülecektir.
Bunu istemeyen eşler evlenirken evlendirme görevlisine verecekleri bir dilekçe ile diğer mal rejimlerini;
* Mal ayrılığı,
* Mal ortaklığı,
* Paylaşımlı mal,
Ayrılığı gibi rejimleri seçebilirler.
Ancak yasa koyucu bu paylaşımı yaparken kişisel malları ayırmıştır.
Yasa;
* Eşlerden yalnız birinin kullanımına yarayan eşya,
* Evlilik öncesi eşlerden birine ait olan mal,
* Ya da miras yoluyla eşe intikal eden mal,
* Ya da karşılıksız kazanım yoluyla elde ettiği mal veya para piyango gibi,
* Manevi tazminat alacakları.
Yine TMK da daha çok kadınlarımızın erkeklerden daha uzun ömürlü oldukları için lehlerine olan bir hükümde miras hukukundan kaynaklanmaktadır.
AİLE KONUTU VE EV EŞYASININ SAĞ KALAN EŞE ÖZGÜLENMESİ, SAĞ KALAN EŞ AİLE KONUTU VE EŞYALARININ MİRAS HAKKINA KARŞILIK KENDİSİNE BIRAKILMASINI İSTEYEBİLİR.
MÜLKİYET YERİNE İNTİFA VEYA OTURMA HAKKI DA OLABİLİR.
Bu haklar büyük ölçüde 2003 yılında yürürlüğe giren Aile Mahkemeleri Yasası ve bu yasa gereğince Hakimlerin Aile Mahkemeleri konusunda ihtisasları ve mahkemelerin uzmanlarla birlikte çalışması bu hakların kullanımını kolaylaştırmıştır.
Bu yeterli midir?
Yasalarda eşitlik Anayasada ve uluslararası sözleşmelerde pozitif ayrımcılık günde en az 5 kadının öldürüldüğünün basına yansıdığı, sözde namus cinayetlerinin art arda işlendiği, çocuklarımıza kadınlarımıza tecavüz eden onlarca kişinin aklanarak 12-13 yaşlarındaki kız çocuklarımızın tecavüzü istediği gerekçesiyle verilen kararlar bu yasaların işlemediği işletilemediği gerçeği ile bizi yüz yüze getirmektedir.
Çünkü hale 1926 Madeni Kanunun gerekçesinde yer alan ESASLARINI DİNLERDEN ALAN KANUNLAR UYGULANMAKTA OLDUKLARI TOPLUMLARI İNDİKLERİ İLKEL DÖNEMLERE BAĞLARLAR. İLERLEMEYE ENGEL OLURLAR.
Türk Ulusunun kaderini, yüzyılımız içinde bile orta çağ hükümlerine bağlanmakta dinin değişmez hükümlerinden esinlenilen tanrısallıkla sürekli ilişki içinde bulunulan bakış açısını değiştiremediğimiz sürece en güzel en koruyucu yasa metni bile kağıt parçası olarak kalacaktır.
Nitekim 4320 sayılı Aileyi Koruma Yasası ile herhangi bir kadının bana şiddet uygulanıyor, diye başvurması halinde hiçbir belge ve kanıt aranmaksızın Hakim 6 ay süre ile şiddet uyguladığı iddia edilen kişiyi evden uzaklaştırabilmekte, kadını korumaya alabilmekte kadın ve çocuğa nafaka bağlayabilmektedir.
Ancak yasa koyucunun ben tehdit ediliyorum, demenin yeterli saydığı bu durumu bu yasayı uygulayanlara anlatmak zorlandığımız ortadadır.
AYRICA ANAYASAMIZ VE YASALARIMIZIN CAN GÜVENLİĞİNİ VE YAŞAM HAKKINI BİRİNCİ DERECEDE KORUMA, GÖZETME GÖREVİ VERDİĞİ DEVLETİN BU ÖLÜMLERE SEYİRCİ KALMASINI ANLAMAMIZ MÜMKÜN OLAMAMAKTADIR.
TCK DA 15 YAŞINA KADAR hiçbir çocuğun rızasıyla cinsel ilişkide bulunamayacağı açık seçik yazılı olmasına karşın 12, 13 yaşındaki çocuklarımızın rızasıyla ilişkiye girdikleri iddiasıyla onları suçlayıp, görevleri onları koruyup gözetmek olan onlarca yetişkini aklamalarının kabul edilir bir yanı yoktur.
Aynı davada küçücük bir çocuğu fuhuş için satmış ve bir diğeri satın almış olması gerçeği karşısında aynı cezayı alması gerekli olan İKİ CİNSTEN OLANI CEZALANDIRIP, ERKEĞİ AKLAMANIN YASADA YERİ YOKTUR.
HER BİRİNİN BİR BİREY OLDUĞUNU YILLARDIR ANLATMAYA ÇALIŞTIĞIMIZ KADINLARIN BU TOPLUMDA BU BİREYLERİN HAKLARINI KORUMAK İÇİN KURULAN MAHKEMELERDE KORUNAMAMAKTADIRLAR.
ONLARIN ÖZELİ OLAN VÜCUTLARINI İSTEDİKLERİ KİŞİYLE PAYLAŞTIKLARI GEREKÇESİYLE BU KIZLARIMIZI ÖLDÜRENLERE VERİLEN AĞIR TAHRİK – NAMUS İNDİRİMİ VS. ŞEKLİNDEKİ İNDİRİMLERİ ANLAMAMIZ MÜMKÜN DEĞİLDİR.
Zira 2005 yılında yine kadın derneklerimizin çabalarıyla TCK nuna giren töre saikiyle işlenmiş halinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılması öngörüldüğü gibi azmettirilmesi halinde de azmettirene aynı cezanın verileceği ilkeleri çoğunlukla uygulanmamaktadır.
Tüm bu olgular sonucu kadınlarımız haklarını kullanırken bırakınız kendilerine pozitif ayrımcılık yapılmasını haklarını hiç kullanamamışlardır. Erkeklerimiz kadınları kendilerinin bir malı gibi görmekte, ayrılmak, boşanmak istediklerinde onları rahatlıkla öldürebilmektedir.
Küçücük çocuklarımızın ilköğretimde bile başlarını bağlamalarına, ana okullarında soyut somut kavram ayrıcalığını çözemeyecek küçük bebeklerimize din dersi öğretilmeye çalışılmaktadır.
AKLIN YOLUNUN İLİM İRFAN OLDUĞU DÜŞÜNEN TARTIŞAN SORAN SORGULAYAN NESİLLER YETİŞTİRMEKTEN ISRARLA KAÇINAN BİR EĞİTİM SİSTEMİYLE SUSAN, SORMAUAN, SORGULAMAYAN BİR TOPLUM YARATILMAYA ÇALIŞILMAKTADIR.
KADINI EĞİTMEYEN SORAN SORGULAYAN VE ÇAĞDAŞ FİKİRLERLE DONATMAYAN BİR TOPLUMUN O KADIN TARAFINDAN YETİŞTİRİLEN DİĞER BİREYLERİNİN DE SAĞLIKLI DÜŞÜNEMEYECEKLERİNİ BİLMEK ZORUNDADIR.
AKSİ TAKDİRDE BU ÜLKE ATATÜRK DEVRİMLERİNİN KADINA TANIDIĞI HAKLARI BİR BİR KAYBEDER. DURAN İLERLEMEYEN GİDEREK KÖTÜYE, KARANLIĞA GÖMÜLEN BİR TOPLUM HALİNE GELİR.
TÜM KADINLARIMIZIN HAKLARINA BİRLİKTE SAHİP ÇIKMAMIZ DİLEĞİYLE SİZLERİ SELAMLIYORUM.”
**Birsen YENER AYDIN
İşletme Yönetimi Uzmanı
“Kadın olmak; Anne, eş, sevgili, iş kadını, evlat, ev hanımı, şoför, evin yardımcısı ve benzeri birçok şeyi birlikte idare edebilecek kadar güçlüdür kadın. Bazen anlayamazsınız içinde kopan fırtınaları. İçine akıtır gözyaşlarını, çığlıkları organlarını sarsar. Toplumumuzda kadın erkek eşitliği her zaman dile getirilir. Yaşam koşullarında bu kimi zaman farklılık gösterebilir. Gelenek ve göreneklerimiz bu eşitliği çok fazla ortaya koyamamaktadır. Bana göre eşitlik sadece seçme ve seçilme hakkı verilmesi değildir. Eşitlik özel yaşantı kapsamında da aynı şekilde uygulanmalıdır. Örneğin çalışan bir kadın, mesai saatleri sonrasında eve gidip bütün gün biriken işlerini yapar, yemek hazırlar, alışverişi yapar, çocuğu ile ilgilenir, kimi zaman uykusuz geceler geçirir. Eş bu sırada yemeğini yemiş, muhtemelen masadan bir kirli tabağı bile kaldırmamış, salonun baş köşesindeki üçlü koltuğa ayaklarını uzatmış, kumandanın hâkimiyetini ele geçirmiştir bile. Hatta çok yorgun olduğu için evde çıt bile çıkarılmasını istemez. Çayını ve meyvesini bekliyor olabilir de. Soruyorum sizlere… Eşitlik eşitlik dediğiniz bunun neresindedir? Ben kadınların sadece özel günlerde hatırlandığı bir toplum istemiyorum. Ben toplumumda davranışsal farkındalık istiyorum. “
Okumaya Devam Et